Artık elimdeki kitabı bitirmeden yeni bir
kitap almıyorum. Geçenlerde AVM'de bir süre beklemem gerekti. O
süreyi de kitap okuyarak değerlendirmek istedim. "Bari"
dedim, "en ince kitabı alayım da bitirebileyim." Refik
Halid Karay'ın "Gurbet Hikayeleri" kitabına
rastlamam böyle oldu.
Cumhuriyet kurulduktan sonra
Halep'e sürgün giden yazar, 1938 yılında çıkan af yasasıyla İstanbul'a dönmüş. Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin İstanbul Türkçesini en iyi kullanan yazar olduğunu söylüyorlar. Gurbet Hikayeleri Halep'te yazdığı öyküler. Günümüz
Türkçesine oğlu Ender Karay uyarlamış.
"Zincir" adlı
öyküde karşı komşusu olan yabancı bir subayın zincire bağlı
iri ve güçlü "buldok" köpeği Juju ile onu binbir
zorlukla gezdiren Senegalli zenci emir erini betimler.
Burada sözü yazara
bırakıyorum ..
Kendi kendime soruyorum:
— Bir gün, zinciri
kopuverince ne olacak? Acaba ne kıyametler kopacak?
Sonunda, bir gün, bu
korktuğum, beklediğim, merak ettiğim olay gerçekleşti; Juju’nun
zinciri, zencinin elinde kaldı. Köpek mancınıktan kurtulan bir
taş gibi fırlamış, bir an içinde gözden kaybolmuştu.
Arkasından yetişemediler, gittikçe uzaklaşan ve sokaklar arasında
gittikçe sönerek yankılanan havlamalar, o kadar!
“Buldok” kasabayı
altüst etmeye gitmişti; kim bilir ne facialar işitecektik?
Hâlbuki öyle olmadı:
İki gün sonra Juju’yu
zincirinde çok durgun gördüm. Demek ki dönmüş veya bulunmuştu
ve kuşkusuz ki daha azılı yerli köpeklere rastlamış, el
sillesini tatmış, yersiz, yurtsuz kalmış, hanyayı Konya’yı
öğrenmiş, açlığı denemiş, Senegalli bekçisini Penyuvarlı
gözcüsünü arkasında bulamayınca bütün azgınlığım, kaba
sığmayan öfkesini bırakmış, sünepeleşmişti.
Hava almaya çıkardıkları
zaman, artık özgürlük eskisi kadar ona çekici görünmüyordu;
zinciri dayanılmaz bir yük gelmiyordu.
Hatta, daha sonraları,
askerin yanında bağsız dolaşmaya koyuldu; ayakları dibinde
zincirsiz ve uslu yürüyor, dünyaya filozof gözüyle, öfkeyle
değil, düşünceli bakıyordu. Bu gözler, anlamaya başladığı
dünyayı artık tartıyordu.
O eski korkunç yaratık,
zinciri çıkınca, basbayağı bir köpek olmuştu. Önceleri yanına
yaklaşamayan mahalle çocukları etrafını sarıyorlar:
— Susu! Susu! diye alay
ediyorlardı. Aldırmıyordu bile… Çünkü bütün gösterişini,
kahramanlığını o kopmayacak sandığı zincire borçlu idi.
İnanıyorum ki Juju’nun
tasalı gözlerinden ara sıra, uzak, şanlı bir hatıra gibi bu
zincir geçiyor, köpek, zincirini arıyordu…
Halep, 1935
Son
Söz: Refik
Halid, her günkü hayatımızın tekdüzeliğine, yasaklarla
donanmışlığına,
kalıplaşan özelliklerine iddiasız romanlarıyla karşı
koyuyordu.
Sakıncalı kimliği de zaten daha ötesini gerçekleştirmesine
zaten
olanak tanımayacaktı. Fakat yalnız bu kadar mı? Hiç sanmıyorum.
Refik
Halid yeniliklerimizin yalınkatlığına yaman eleştiriler
getirmiştir.
Bir yandan hayatın renksizliğinden, basitlik ve
küçüklüklerinden
yorulmuş insanımızı, sıcak Türkçesiyle kucaklamış, en
acı
bir ayrılık ya da ölüm sahnesini bile matem havalarından
arındırarak
okuru
bir kitap boyunca sürecek mutluluklara çağırmıştır. Bir
yandaysa,
iğneliyici
ifadesi, ince mizahı simsiyah sürüp gitmiştir.
Selim
İleri