Giriş
Artık
elimdeki kitapları bitirmeden yeni kitap almıyorum. Aldıklarım da
genelde kurgusal olmayan kitaplar. Arada öyküler okuyorum. Örneğin
O. Henry öykülerini severek okuyorum. Ama serçe parmağımdan daha
kalın romanları okuyamıyorum. Kamelyalı Kadın, Sefiller, Jack
London kitapları gibi klasikleri liseden beri pek okuyamıyorum.
Geçenlerde Haydarpaşa garı içinde açılan fuara gitmiştik (1).
Stand'ları gezerken SEL yayınları standında sohbete daldık.
"Bana roman demeyin" dedim. Lafı nasıl sürdüreceğimi
bir süre düşündüm. Hem edebi olsun, hem de kurgusal olmasın
istiyorum. Sonra buldum. "Biyografi olsun" dedim.
"Sanatçıların yaşam öykülerini anlatan kitaplar var mı?"
Bana ik kitap verdi. O kitapları daha yeni bitirebildim. Biraz
onlardan söz edeyim.
Elliot Engel'in Oscar Nasıl Wilde Oldu Kitabı
Birinci
kitap "Oscar Nasıl Wilde Oldu". Amerikalı edebiyat
profesörü Elliot Engel (2) yazmış. Hoş sohbet bir yazar.
Edebiyatçılar hakkında okullarda öğretilmeyenleri yazmış.
Zeynep Avcı'nın özenli çevirisinden detaylı dip notlardan çok
bilgi edindim. Ben edebiyat tarihi ile ilgili olanları değil, sokak
ve kulis dedikodularına değineceğim.
Şekspir
Şekspir
dönemi hakkında çok ilginç şeyler yazmış. Büfeler daha önce
tiyatroların dışında olurmuş, sonra içeri alınmış ve fahiş
fiyatlarla satış o günlerden kalmış (Şimdi de iki, üç Liraya
mal olan Naçoz'u sinemalarda 15 Liraya satıyorlar). O zaman büfelerde
portakal, etli börek ve domates satılırmış. Diğerlerini yer,
domatesleri beğenmedikleri piyeslerde sahneye atarlarmış. Tabi
Şekspir piyeslerinde hiç domates atılmazmış. Şekspir o zaman da
ünlüymüş. O zamanki tiyatro seyircisi orta öğrenim düzeyinde
imiş. Koltuklarda oturacak kadar parası olmayanlar sahnenin yanında
yerde otururlarmış. Onlara "toprakçı" denirmiş.
Şekspir piyeslerini onlar için yazarmış. Halk öyküleri olan
konularını zaten herkes bilirmiş.
Elliot
Engel, Romeo ve Jülyet, Macbeth, Kral Lear, Hamlet, Othello, Jül
Sezar, Antonius ve Kleopatra gibi trajedilerinin ana hatlarını da
belirlemiş. Başlangıçta toplumun üst kesimlerinin üyeleri olan
kahramanlar oyun sonunda alt kesim üyeleri durumuna düşerler.
İkinci olarak sağ duyuyu bir kenara bırakarak aptalca işler yapan
kahramanlar başlarını büyük derde sokarlar. Üçüncü olarak
oyunu her biri deha eseri olan diyaloglar süsler.
Gerçekten
de Şekspir İngilizce'ye 3.000 den fazla deyim kazandırmış (3).
İngilizce'deki kalbimin derinliklerinden, dili tutulmak, fair play,
azı karar, çoğu zarar, tanrı aşkına, benim için hepsi bir,
konuya Fransız kaldım, şeytana borcunu ödeme zamanı, altın
kalpli, gönül gözüyle, aşkın gözü kör, dünya bir sahnedir,
insanlar da oyuncular, pılını, pırtını topla ve git gibi
deyimler ilk olarak Şekspir'in piyeslerinde yer almış.
Charles Dickens
Kitapta
yer alan çok sayıda yazardan dikkatimi çeken diğeri Charles
Dickens (4). Yoksulluk içinde geçen bir çocukluktan ve bir çok
işe girip çıktıktan sonra sipariş üzerine roman yazmaya
başlıyor, haftalık fasiküller halinde yayınlanmasını sağlıyor.
sonraki haftalar için motivasyon oluştursun diye fasiküllerin son
paragraflarında en heyecanlı olayları yarım bırakıyor. İlk
romanı Bay PickWick'in Maceraları'nın son fasikül yayınlandıktan
sonra ciltli kitaplar da satışa çıkartılmasını sağlıyor.
Bitmedi, fasiküllerde oluşan kağıttan ciltli kopyaları ucuza
toplatıp yeniden ciltletip "özgün koleksiyoncu baskısı"
diye yüksek fiyatlarla satılmasını sağlıyor. Böylece aynı
kitabı, aynı okuyucu'ya üç kez satmayı başarıyor. Aynı
yöntemle Oliver Twist fasiküllerine başlıyor, Viktorya döneminin
en çok kazanan edebiyatçısı oluyor.
Giorgio Vasari'nin Sanatçıların Hayat Hikayeleri Kitabı
Aldığım
İkinci kitap "Sanatçıların Hayat Hikayeleri".
Floransa'lı Giorgio Vasari (5) yazmış. Usta işi çeviri Elif
Gökteke (6). Ben önce daha yakın bir çağda yazıldığını
sandım. Sonra baktım Vasari çok yeni değil. Medici sarayının
ressamlarından. İtalyan rönesans sanatçıların ilk
biyografilerini yazmış. Sanat tarihçiliğinin kurucusu olarak
kabul ediliyor. Hatta "Rönesans" lafını ilk yazan kişi
olduğu söyleniyor. Kitabında da belirttiği gibi "Yazmak
yapmak kadar, hatta daha önemli, yazmayanların yaptıkları zamanla
unutuluyor." Yazdıklarıyla kendisi de unutulmayanlar arasında
yerini alıyor.
Sonuç
olarak Dünyanın ilk sanat tarihi kitabını almışım. Okumaya
başladım. Zamanın sanatçılarının tamamına yakınını şöyle
niteleyerek anlatmaya başlıyor: Kuyumcu, heykeltraş, ressam,
mimar, müzisyen. Mimarlık diğer sanatların bileşeni. Aslında
çoğu polimat (hezarfen) denilebilecek adamlar. Dönemin matematik,
pozitif bilimler ve tıp konusunda bilgilerine sahipler. Ben yine
atölye dedikodularına değineceğim.
Nanni Grosso
Bunlardan
Andrea del Verrocchio'nun öğrencisi Nanni Grosso alışılmadık
biriymiş. Atölyesinden ayrılmasını gerektirecek hiç bir
siparişi kabul etmezmiş. Mahzen ve kilerlere izin almadan serbestçe
girip, yiyip, içebilme hakkı verilmiyorsa yine siparişleri kabul
etmiyormuş. Bir keresinde hastaneden çıktıktan sonra arkadaşları
ziyaretine gelmişler hatırını sormuşlar. "berbat
durumdayım" demiş. Ama "iyileşmişsin" demişler.
"İşte o yüzden berbat haldeyim, rahat ettiğim, iyi bakım
gördüğüm hastanede kalabilmek için illa ateşimin çıkması
gerek." demiş. Son nefesini vermeden önce odasına kötü
yapılmış bir haç getirmişler. "O çirkin şeyi gözümün
önünden kaldırsınlar ve Donatello'nun yaptığı bir haç
getirsinler" diye yalvarmış.
Leonardo da Vinci
Bütün
zamanların en büyük polimatı. Filozof, astronom, mimar, mühendis,
mucit, matematikçi, anatomist, müzisyen, heykeltıraş, botanist,
jeolog, kartograf, yazar ve ressam. İncir ağacından kalkan yapan
bir adam üstüne resim yapması ricasıyla babası Piero da Vinci'ye
vermiş. Babası Leonardo'ya iletmiş (Rönesans döneminde bile
tanıdık ve torpil varmış). Bakmış eğri büğrü, tesviye edip
pürüzsüz hale getirmiş. Bir süre nasıl bir resim yapacağını
düşünmüş. Kendinden başka kimsenin girmediği bir odaya
kertenkeleler, yılanlar, böcekler, yarasalar ve çekirgeler gibi
çeşitli türlerden hayvanlar getirmiş ve uzun bir süre onları
incelemiş. İnceleme o kadar uzun sürmüş ki ortalık kokudan
geçilmez bir hale gelmiş. Bitirdikten sonra adam ve Leonardo'nun
babası gelmişler. Leonardo "Gidin içeriden alın."
demiş. Tarif ettiği şovalyenin örtüsünü açınca gördüklerini
canlı sanan adam korkuyla çığlık atmış ve dehşet içinde geri
çekilmiş. Leonardo'nun babası Piero adama başka bir kalkan almış.
O kalkanı da Floransalı tüccarlara 100 düka altına satmış.
Sonunda kalkan 300 altın ödeyen Milano dükünün eline geçmiş
(Gördüğünüz gibi o zaman da bal tutan parmağını yalarmış.
Ailedeki bir üretimden diğer aile üyeleri de yararlanırmış).
Ünlü
"Son yemek" resmini yaparken duvara çok sayıda havarinin
resmini yapması gerekiyormuş. İş uzadıkça başkeşiş acele
etmesi için sıkıştırıyormuş. Dükün huzurunda Yahuda'nın
(İsa'ya ihanet eden havari Judas) kendisine bahşedilen onca lütfa
karşılık, iradesini bu kadar zalimce katılaştıran bir adamın
yüz hatlarını oluşturan özellikleri tasavvur etmekte
zorlandığını söyledikten sonra "Eğer hiç bir model
bulamazsam şu münasebetsiz ve ısrarcı başkeşiş'in başı var
hiç olmazsa" demiş. Dük kahkahalarla gülmüş ve Leonardo'ya
hak vermiş. Vasari'nin söylediğine göre zavallı başkeşiş
Leonardo'yu sıkıştırmaktan vazgeçip bahçesindeki ırgatların
ensesinde boza pişirmeye gitmiş.
Leonardo
çok ta gururluymuş. Bankadan ücretini çekmek için gittiğinde
bir gün kasiyer bozuk para olarak ödemeye kalkmış. "Ben
üç-beş kuruşluk bir ressam değilim" demiş ve parayı
almamış.
Bir
keresinde de papadan bir resim siparişi aldıktan sonra vernik için
yağları damıtmaya başlamış. Papa dehşet içinde haykırmış
"Aman Tanrım, bu adam hiçbir zaman hiçbir şey yapmayacak.
Daha başlamadan işi bitirmeyi düşünüyor."
Sonuç
Vasari
kitabında Floransalı hemşehrilerine daha çok yer vermiş. Demek
ki hemşericilik 16. yüzyıldan bu yana varolan bir yöntem. Bu da
geleceğe yönelik umutlarımın kırılmasına yol açtı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder