15 Aralık 2016 Perşembe

Hem Edebi Olsun, Hem Roman Olmasın


Giriş


Haydarpaşa Garı Kitap GünleriArtık elimdeki kitapları bitirmeden yeni kitap almıyorum. Aldıklarım da genelde kurgusal olmayan kitaplar. Arada öyküler okuyorum. Örneğin O. Henry öykülerini severek okuyorum. Ama serçe parmağımdan daha kalın romanları okuyamıyorum. Kamelyalı Kadın, Sefiller, Jack London kitapları gibi klasikleri liseden beri pek okuyamıyorum. Geçenlerde Haydarpaşa garı içinde açılan fuara gitmiştik (1). Stand'ları gezerken SEL yayınları standında sohbete daldık. "Bana roman demeyin" dedim. Lafı nasıl sürdüreceğimi bir süre düşündüm. Hem edebi olsun, hem de kurgusal olmasın istiyorum. Sonra buldum. "Biyografi olsun" dedim. "Sanatçıların yaşam öykülerini anlatan kitaplar var mı?" Bana ik kitap verdi. O kitapları daha yeni bitirebildim. Biraz onlardan söz edeyim.

Elliot Engel'in Oscar Nasıl Wilde Oldu Kitabı


Birinci kitap "Oscar Nasıl Wilde Oldu". Amerikalı edebiyat profesörü Elliot Engel (2) yazmış. Hoş sohbet bir yazar. Edebiyatçılar hakkında okullarda öğretilmeyenleri yazmış. Zeynep Avcı'nın özenli çevirisinden detaylı dip notlardan çok bilgi edindim. Ben edebiyat tarihi ile ilgili olanları değil, sokak ve kulis dedikodularına değineceğim.

Şekspir

Şekspir dönemi hakkında çok ilginç şeyler yazmış. Büfeler daha önce tiyatroların dışında olurmuş, sonra içeri alınmış ve fahiş fiyatlarla satış o günlerden kalmış (Şimdi de iki, üç Liraya mal olan Naçoz'u sinemalarda 15 Liraya satıyorlar). O zaman büfelerde portakal, etli börek ve domates satılırmış. Diğerlerini yer, domatesleri beğenmedikleri piyeslerde sahneye atarlarmış. Tabi Şekspir piyeslerinde hiç domates atılmazmış. Şekspir o zaman da ünlüymüş. O zamanki tiyatro seyircisi orta öğrenim düzeyinde imiş. Koltuklarda oturacak kadar parası olmayanlar sahnenin yanında yerde otururlarmış. Onlara "toprakçı" denirmiş. Şekspir piyeslerini onlar için yazarmış. Halk öyküleri olan konularını zaten herkes bilirmiş.
Elliot Engel, Romeo ve Jülyet, Macbeth, Kral Lear, Hamlet, Othello, Jül Sezar, Antonius ve Kleopatra gibi trajedilerinin ana hatlarını da belirlemiş. Başlangıçta toplumun üst kesimlerinin üyeleri olan kahramanlar oyun sonunda alt kesim üyeleri durumuna düşerler. İkinci olarak sağ duyuyu bir kenara bırakarak aptalca işler yapan kahramanlar başlarını büyük derde sokarlar. Üçüncü olarak oyunu her biri deha eseri olan diyaloglar süsler.
Gerçekten de Şekspir İngilizce'ye 3.000 den fazla deyim kazandırmış (3). İngilizce'deki kalbimin derinliklerinden, dili tutulmak, fair play, azı karar, çoğu zarar, tanrı aşkına, benim için hepsi bir, konuya Fransız kaldım, şeytana borcunu ödeme zamanı, altın kalpli, gönül gözüyle, aşkın gözü kör, dünya bir sahnedir, insanlar da oyuncular, pılını, pırtını topla ve git gibi deyimler ilk olarak Şekspir'in piyeslerinde yer almış.

Charles Dickens

Kitapta yer alan çok sayıda yazardan dikkatimi çeken diğeri Charles Dickens (4). Yoksulluk içinde geçen bir çocukluktan ve bir çok işe girip çıktıktan sonra sipariş üzerine roman yazmaya başlıyor, haftalık fasiküller halinde yayınlanmasını sağlıyor. sonraki haftalar için motivasyon oluştursun diye fasiküllerin son paragraflarında en heyecanlı olayları yarım bırakıyor. İlk romanı Bay PickWick'in Maceraları'nın son fasikül yayınlandıktan sonra ciltli kitaplar da satışa çıkartılmasını sağlıyor. Bitmedi, fasiküllerde oluşan kağıttan ciltli kopyaları ucuza toplatıp yeniden ciltletip "özgün koleksiyoncu baskısı" diye yüksek fiyatlarla satılmasını sağlıyor. Böylece aynı kitabı, aynı okuyucu'ya üç kez satmayı başarıyor. Aynı yöntemle Oliver Twist fasiküllerine başlıyor, Viktorya döneminin en çok kazanan edebiyatçısı oluyor.

Giorgio Vasari'nin Sanatçıların Hayat Hikayeleri Kitabı

Aldığım İkinci kitap "Sanatçıların Hayat Hikayeleri". Floransa'lı Giorgio Vasari (5) yazmış. Usta işi çeviri Elif Gökteke (6). Ben önce daha yakın bir çağda yazıldığını sandım. Sonra baktım Vasari çok yeni değil. Medici sarayının ressamlarından. İtalyan rönesans sanatçıların ilk biyografilerini yazmış. Sanat tarihçiliğinin kurucusu olarak kabul ediliyor. Hatta "Rönesans" lafını ilk yazan kişi olduğu söyleniyor. Kitabında da belirttiği gibi "Yazmak yapmak kadar, hatta daha önemli, yazmayanların yaptıkları zamanla unutuluyor." Yazdıklarıyla kendisi de unutulmayanlar arasında yerini alıyor.
Sonuç olarak Dünyanın ilk sanat tarihi kitabını almışım. Okumaya başladım. Zamanın sanatçılarının tamamına yakınını şöyle niteleyerek anlatmaya başlıyor: Kuyumcu, heykeltraş, ressam, mimar, müzisyen. Mimarlık diğer sanatların bileşeni. Aslında çoğu polimat (hezarfen) denilebilecek adamlar. Dönemin matematik, pozitif bilimler ve tıp konusunda bilgilerine sahipler. Ben yine atölye dedikodularına değineceğim.

Nanni Grosso

Bunlardan Andrea del Verrocchio'nun öğrencisi Nanni Grosso alışılmadık biriymiş. Atölyesinden ayrılmasını gerektirecek hiç bir siparişi kabul etmezmiş. Mahzen ve kilerlere izin almadan serbestçe girip, yiyip, içebilme hakkı verilmiyorsa yine siparişleri kabul etmiyormuş. Bir keresinde hastaneden çıktıktan sonra arkadaşları ziyaretine gelmişler hatırını sormuşlar. "berbat durumdayım" demiş. Ama "iyileşmişsin" demişler. "İşte o yüzden berbat haldeyim, rahat ettiğim, iyi bakım gördüğüm hastanede kalabilmek için illa ateşimin çıkması gerek." demiş. Son nefesini vermeden önce odasına kötü yapılmış bir haç getirmişler. "O çirkin şeyi gözümün önünden kaldırsınlar ve Donatello'nun yaptığı bir haç getirsinler" diye yalvarmış.

Leonardo da Vinci

Bütün zamanların en büyük polimatı. Filozof, astronom, mimar, mühendis, mucit, matematikçi, anatomist, müzisyen, heykeltıraş, botanist, jeolog, kartograf, yazar ve ressam. İncir ağacından kalkan yapan bir adam üstüne resim yapması ricasıyla babası Piero da Vinci'ye vermiş. Babası Leonardo'ya iletmiş (Rönesans döneminde bile tanıdık ve torpil varmış). Bakmış eğri büğrü, tesviye edip pürüzsüz hale getirmiş. Bir süre nasıl bir resim yapacağını düşünmüş. Kendinden başka kimsenin girmediği bir odaya kertenkeleler, yılanlar, böcekler, yarasalar ve çekirgeler gibi çeşitli türlerden hayvanlar getirmiş ve uzun bir süre onları incelemiş. İnceleme o kadar uzun sürmüş ki ortalık kokudan geçilmez bir hale gelmiş. Bitirdikten sonra adam ve Leonardo'nun babası gelmişler. Leonardo "Gidin içeriden alın." demiş. Tarif ettiği şovalyenin örtüsünü açınca gördüklerini canlı sanan adam korkuyla çığlık atmış ve dehşet içinde geri çekilmiş. Leonardo'nun babası Piero adama başka bir kalkan almış. O kalkanı da Floransalı tüccarlara 100 düka altına satmış. Sonunda kalkan 300 altın ödeyen Milano dükünün eline geçmiş (Gördüğünüz gibi o zaman da bal tutan parmağını yalarmış. Ailedeki bir üretimden diğer aile üyeleri de yararlanırmış).
Ünlü "Son yemek" resmini yaparken duvara çok sayıda havarinin resmini yapması gerekiyormuş. İş uzadıkça başkeşiş acele etmesi için sıkıştırıyormuş. Dükün huzurunda Yahuda'nın (İsa'ya ihanet eden havari Judas) kendisine bahşedilen onca lütfa karşılık, iradesini bu kadar zalimce katılaştıran bir adamın yüz hatlarını oluşturan özellikleri tasavvur etmekte zorlandığını söyledikten sonra "Eğer hiç bir model bulamazsam şu münasebetsiz ve ısrarcı başkeşiş'in başı var hiç olmazsa" demiş. Dük kahkahalarla gülmüş ve Leonardo'ya hak vermiş. Vasari'nin söylediğine göre zavallı başkeşiş Leonardo'yu sıkıştırmaktan vazgeçip bahçesindeki ırgatların ensesinde boza pişirmeye gitmiş.
Leonardo çok ta gururluymuş. Bankadan ücretini çekmek için gittiğinde bir gün kasiyer bozuk para olarak ödemeye kalkmış. "Ben üç-beş kuruşluk bir ressam değilim" demiş ve parayı almamış.
Bir keresinde de papadan bir resim siparişi aldıktan sonra vernik için yağları damıtmaya başlamış. Papa dehşet içinde haykırmış "Aman Tanrım, bu adam hiçbir zaman hiçbir şey yapmayacak. Daha başlamadan işi bitirmeyi düşünüyor."

Sonuç

Vasari kitabında Floransalı hemşehrilerine daha çok yer vermiş. Demek ki hemşericilik 16. yüzyıldan bu yana varolan bir yöntem. Bu da geleceğe yönelik umutlarımın kırılmasına yol açtı.

Referanslar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder